Türkiye’ de ve Seçilmiş Ülkelerde Kadının İşgücü Piyasasındaki Yeri

Türkiye’ de ve Seçilmiş Ülkelerde Kadının İşgücü Piyasasındaki Yeri

Kadınların işgücü piyasasına katılımı bir ekonominin hem büyümesi hem de kalkınması açısından çok önemli bir olgu olup, yoksulluğun azaltılmasına da katkı sağlar. Ayrıca kadınların işgücü piyasasına katılımı; kadının ekonomik özgürlüğünü sağladığı gibi kendine olan güvenini ve toplumsal saygınlığını da artırır. Ancak kadınların işgücüne katılım oranı (kadın istihdamı) erkeklerin işgücüne katılım oranı ile karşılaştırıldığında dünyada ve Türkiye’de daha düşük olduğu görülmektedir. ILO verilerine göre; küresel düzeyde 2015 yılında erkeklerin işgücüne katılım oranı %72 iken, kadınlarda bu oran %46’dır (ILO, 2016).
Bu verilerden de anlaşıldığı üzere, kadın işgücünün yarısından fazlası üretim sürecinde işlendirilmemiş durumda olup, büyük bir potansiyel işgücü kaynağı atıl durumdadır.

24 Avrupa Birliği ülkesindeki kadınların işgücü piyasasına daha fazla katılımı için gerekli olguları inceleyen çalışmada belirlenen olgular şu biçimdedir. Standart olmayan iş (yarı zamanlı, esnek çalışma, kendi hesabına çalışma gibi) olanaklarının artışı, kadınların işgücü piyasasına daha fazla katılmasını sağlamaktadır. Ayrıca kadın ve erkek işgücüne farklı vergi uygulamaları sebebiyle kadın işgücü esnek çalışmayı ya da çalışmamayı tercih etmektedir (Schmid, 2010, s. 3-48; Kılıç ve Öztürk, 2014, s. 116) Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda’yı kapsayan diğer bir çalışmada ise, kadınların işgücü piyasasına katılımını belirleyen temel olgular, vergi uygulamaları, işsizlik sigortası, sendikal haklar, çocuk sayısı ve yaş grubu olarak vurgulanmaktadır (Balleer, Gómez-Salvador, & Turunen, 2009, s. 7-22). Ayrıca yapılan çeşitli çalışmalarda genellikle ailedeki çocuk sayısı, çocuk bakım olanakları, eşin kazandığı gelir ve toplumun kadının çalışmasına yönelik görüşü de
kadın istihdamında önemli olgular olarak vurgulanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki (Ortadoğu, Kuzey Avrupa ve Latin Amerika) kadın istihdamını inceleyen çalışmalarda kadın istihdamının düşük olduğu, istihdam edilen kadınların ise, kırsal alanda ve kötü koşullarda çalıştığı belirtilmektedir; (Jütting &
Morrisson, 2009, Kılıç ve Öztürk, 2014, s. 116) Cinsiyet, kişinin kadın ve erkek olarak taşıdığı genetik, biyolojik ve fizyolojik özelliklerdir. Bu özellikler dışında bir de toplumsal cinsiyet olgusu vardır. Toplumsal
cinsiyeti; toplumun cinsiyetlere yüklediği roller, görevler, sorumluluklar, toplumun kadın ve erkeği nasıl gördüğü, nasıl algıladığı ve onlardan beklentilerinin neler olduğuna yönelik hâkim anlayış olarak tanımlayabiliriz. Genel olarak toplumsal cinsiyet olgusundan kaynaklanan, kadının işgücüne katılımını olumsuz etkileyen birçok durum mevcuttur. Ayrıca, işgücü piyasasında çalışan kadının üst-yönetim kademesine yükselmesinin de önünde engeller vardır. Anılan engeller çalışmada, kadının iş hayatında yükselmesini engelleyen cam tavan sendromu başlığı ile yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı; var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, işgücü piyasada, kadının işgücüne katılım oranını nasıl etkilediğini incelemektir. Bu amaçla çalışmamızın ikinci bölümünde dünyada ve Türkiye’de kadının işgücü piyasasına katılım sürecine ilişkin bilgiler yer almaktadır. Üçüncü bölümde ise; kadının işgücü piyasasına girmesini ve
yükselmesini engelleyen olgulara yer verilmiştir. İzleyen bölümde ise farklı gelişmişlik düzeyinde olan ülkeler ve Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği, ILO verileri ile oluşturulan tablolarla analiz edilmiştir. Seçilen ülkeler, UNDP’nin hazırlamış olduğu Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi (TCEE) baz alınarak belirlenmiştir. Bu endeks kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği, üreme sağlığı, güçlendirme ve işgücü piyasasına katılıma göre üç gösterge ile ölçmektedir. Bu ölçüt sıfır ile bir arasında değer almaktadır. Ölçüt değeri bire yaklaştıkça
cinsiyet eşitsizliği azalmaktadır. Bu ölçüt 155 ülkedeki, sağlık, güçlenme ve işgücü piyasasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin bir göstergesi olup, bu ölçüte göre ülkeler beş grupta toplanmaktadır. Birinci grupta yer alan ülkeler cinsiyet eşitsizliğinin olmadığı, beşinci grupta yer alan ülkeler ise cinsiyet eşitsizliğinin en çok olduğu ülkelerdir. Çalışmamızda yer alan Norveç’in TCEE değeri 0,993 olup, birinci grupta yer almaktadır. Seçilen diğer ülkelerin bu ölçüt değeri ve grupları sırasıyla, İsveç 0,974 değeri ile ikinci; Danimarka 0,970 ile ikinci; Meksika 0,951 ile ikinci; Türkiye 0,908 ile dördüncü; Yemen 0,737 ile beşinci; Afganistan 0,609 ile beşinci ve Mısır ise 0,491 değeri ile beşinci grupta yer almaktadır. Bu ölçüt kullanılarak, anılan ülkelerdeki kadın-erkek istihdam oranları, istihdamın sektörlere ve statülere göre dağılımı incelenmiştir. İnceleme sonucunda, gelişmiş ülkelerde kadın ve erkeğin işgücüne katılım oranının yaklaşık olarak birbirine eşit olduğu; gelişmişlik düzeyleri daha düşük olan ülkelerde ise kadınların işgücüne katılım oranının erkek katılım oranından daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu döngünün kırılabilmesi ve kadının gelişmiş ülkelerdeki düzeye erişebilmesi için hâkim toplumsal cinsiyet algısının
değişmesi gerekmektedir. Çalışmamızın sonuç ve değerlendirme bölümünde ise; çalışmada tespit edilen sonuçlar değerlendirilmiş, bu eşitsizliğin giderilmesine yönelik önerilere yer verilmiştir.

Dünyada ve Türkiye’de Kadının İşgücü Piyasasına Katılma Süreci


Ekonomik büyüme ve kalkınma için üretim faktörlerinin tam istihdamı ve verimliliği çok önemli bir olgudur. Ancak, bu üretim faktörlerin en önemlisi olan emek gücünün istihdamı açısından dünyanın bütün ülkelerinde cinsiyet açısından istihdamda kadınların aleyhine dengesiz bir durumun olduğu gözlemlenmektedir (Özer ve Biçerli, 2003, s. 56) Toplumsal cinsiyet eşitliği kalkınma ve büyüme için önemli olup, kaynakların tam ve rasyonel kullanımını sağlar. Toplumsal cinsiyet eşitliği, verimlilik üzerinde büyük etkiler yaratabilir. Dünya Kalkınma Raporu 2012’ye göre; küresel işgücünün %40’tan fazlasını, tarımsal işgücünün %43’ünü ve dünyadaki üniversite öğrencilerinin yarısından fazlası kadından oluşmaktadır (Dünya Bankası, 2011: s.3). Kadınların işgücüne katılımının, ülkelerin ekonomik kalkınma düzeyini artıracağına ilişkin hâkim görüş birçok çalışmada vurgulanmaktadır. Kadın istihdamı ve ekonomik büyüme ilişkisini inceleyen çalışmaların sonuçlarından biri, kadınların işgücüne katılımı ve ekonomik gelişme arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve kadın erkek ayrımcılığının fazla olduğu ülkelerde bu durum büyümeye
negatif olarak yansıdığı biçimindedir (Kılıç ve Öztürk, 2014: s. 108).

Kadının çalışma hayatındaki yeri, kadının toplumsal konumuna göre belirlenmektedir (Bulut ve Kızıldağ, 2017: s.84). Bu olgu toplumsal cinsiyet olarak adlandırılır ve kadın ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş rol ve sorumlulukları olarak tanımlanır. Yüzyıllardan beri hâkim olan bu iş bölümü, kadını evi ve özel yaşamı ile sınırlamış, ekonomik yönden erkeğe bağımlı kılmıştır. Bu iş bölümünde kadının yeri evi kabul edilmiş, rolü de eş ve anne olarak belirlenmiştir. Erkek ise ekonomik yönden üretken hale gelmiş ve toplumsal değer kazanmıştır (Karcıoğlu ve Leblebici, 2014: s.2). Anılan iş bölümü, bir yandan kadınların çalışma yaşamına katılmalarını engellerken, bir yandan da işgücü piyasasındaki konumunun da belirleyicisi olmuştur (Karaca, 2007: s.5). Toplumsal cinsiyet eşitliği çok önemli olup, kişinin kendi seçtiği hayatı yaşayabilme ve mutlak mahrumiyete düşmeme yetisine sahip olmasını sağlayan temel bir insan hakkıdır. Kadın ve erkeğin eşit olması önemlidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği araçsal olarak da önemlidir, cinsiyet eşitliğinin ekonomik verimliliğe ve kalkınmaya olumlu katkısı da vardır (Dünya Bankası, 2011: s.3).

Sanayi Devrimi, ilk kez ve bugünkü anlamı ile ücretli kadın işgücü oluşmasına yol açan en önemli tarihsel gelişme olarak değerlendirilmektedir. XIX. yüzyılda başta İngiltere olmak üzere, birçok batılı ülkede sanayileşme, dokuma imalatı ile başlarken toplam işgücünün büyük bir oranını kadınlar oluşturmuştur (Bozkaya, 2013: s.72). Kadın işgücünün emek piyasasında yerini almasında önemli bir evrim niteliğinde olan 1. Sanayi Devrimiyle kadının toplumsal yapıdaki yerinde değişmeler olmaya başlamıştır. Sanayi devrimi ve izleyen dönemde oluşan teknolojik, ekonomik ve toplumsal değişiklikler kadınlara annelik ve ev kadınlığı rollerinin dışında ekonomik faaliyetlere ücret karşılığında daha fazla katılma imkânı yaratmıştır (Yıldız vd., 2016: s.1123). Sanayileşmeden önce görev ve konumu sadece evle sınırlı olan kadın, sanayileşme dönemi ile beraber ev dışına çıkmaya, kamusal alana girmeye başlamıştır. Sanayi ve hizmet sektörünün ihtiyaç duyduğu işgücünün içinde yer alan kadın, yaptığı iş karşılığında ücret almaya başlamıştır. Böylece kadınlar toplam işgücünün önemli oranını oluşturmuş (Gökkaya, 2014: s.373) hem de kadınların işgücüne katılım oranında artışlar olmuştur. Ancak bu artışlar, tarihsel süreçte ilk başlarda, düşük ücretli, güvencesiz, niteliksiz emek gerektiren sektörler de olmuştur (Standing, 1999: s.585).

Sanayileşmenin başlangıç aşamasında kadın işgücü özellikle tekstil işkolunda düşük ücret ve kötü çalışma koşullarında günde 12 saat çalıştırılmıştır. Bu dönemde İngiltere’de imalat sanayinde çalışan kadınların oranı 1841’de %35’lerden, 1851’de %45’e yükselmiştir. Aynı dönemdeki bir başka gelişme de imalat sanayinin, tarım sektöründen boşa çıkan kadın işgücüne yeterli istihdam olanağı sağlamaması sebebiyle, kadınlar şehirlerde hizmet sektöründe temizlik işçisi olarak çalışmaya başlamıştır. İngiltere’de başlayan sanayileşme ve kadının istihdamındaki artış süreci Fransa başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır (Özer ve Biçerli, 2003: s.57).

Kadınların çalışma hayatına girişlerini etkileyen önemli olgulardan biri de savaşlardır. Hemen hemen tüm ülkelerde, geçmişte asli görevi ev işi olan kadınlar cepheye giden erkeklerin yerine işgücü piyasasına girmişlerdir. 1914-19 yılları arasında sadece İngiltere’de 1 milyon 345 bin kadın çalışma yaşamına katılmıştır. Diğer bir ifadeyle; kadınların üretim hayatı içinde yer almaları insanlık tarihi kadar eski bir olgu olmasına rağmen, ücret karşılığı çalışmaya başlaması 19. yüzyılda sanayi devrimi ile birlikte dönem sanayisinin yeni ve ucuz işgücüne ihtiyaç duyulmasıyla başlamıştır (Yılmaz ve Zoğal, 2015: s.8). Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının geleneksel çalışma alanı tarım kesimi ve evde çalışma iken, 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın atölyelerde, sonra da fabrikalarda ücretli çalışma yaşamına girmeye başlamıştır. Ev içinde geleneksel olarak halı ve dokumacılık yaparak çalışan kadının ev dışına çıkıp çalışması, atölye ve fabrikalarda istihdam edilmesiyle başlamıştır (Makal, 2010: s.13).

Makalenin tamamına aşağıdaki kaynaktan erişim sağlayabilirsiniz.

Kaynak: https://dergipark.org.tr/en/pub/kdeniz/issue/48671/535058

About Author

fatih