Futbol ve televizyon bağı: Simbiyoz Beslenme
Sosyal bilimciler, günümüzde temel bakış açılarını oluşturması gereken sorunların hangileri olduğunu ifade etmek için tarihten mutlaka yararlanması gerekmektedir. Tarihi hakim olmak ve bugünü doğru yorumlamak adına araştırmacılara son derece önemli katkı sağlamıştır. Bu bağlamda, medya ve spor arasındaki ilişkiye tarihsel açıdan baktığımızda, futbolda doğal olarak algıladığımız, üzerine detaylı bir
şekilde düşünmediğimiz ve koşulsuzca kabullendiğimiz pek çok olgunun, tarihin bir noktasında televizyonla girdiği ortaklık ilişkisinin ardından birileri tarafından, birileri lehine organize edildiğini görmekteyiz. Futbol ve televizyonun yolarının kesişmesiyle birlikte oyun, ekonomik anlamda, ciddi
oranda zenginleşmiştir; fakat derinlikli bir bakış, medyanın ardındaki endüstrinin bu birliktelikten, gerekirse oyunu manipüle etme pahasına çok daha önemli kazanımlara ulaştığını göstermektedir. Medya, endüstriyel yapının örgütlü endüstriyel bir parçasıdır; bu nedenle diğer yapılarla çıkar ilişkisi içindedir. Bu yüzden futbol ile medya arasında kurulan herhangi bir ilişkide her türlü güç ilişkisi doğasına göre şekil alan dinamik bir süreç olması kaçınılmazdır.
Futbol ve televizyon ilişkisi, başta İngiltere’de olmak üzere spor sosyologlarının, işletmecilerin, ekonomistlerin ve iletişimcilerin özellikle 90’lı yıllardan itibaren önem verdiği konulardan biridir. Burada iki türlü yönelim söz konusudur. Birinci yönelim, bu birlikteliğin ekonomik getirilerine odaklanan yönetimsel bir bakıştır. Bu açıdan bu birliktelik son derece rasyonel, olumlu bir ilişkidir. İşbirliğinin gelişmesi adına eş deyişle, endüstrinin daha fazla kazanması adına neler yapılması sorusunun yanıt bulması bu yönelimin temel argümanıdır (Dobson, 2001; Schaaf, 1995; Gratton, 2005; Kern, 2000). İkinci yönelim ise konuya sadece ekonomik kazanımlar penceresinden değil, geçmişte halkın ortak bir paylaşım zemini olan futbolun, endüstrileşmeyle birlikte, özünden yitirdikleri ekseninden bakmakta ve bu açıdan futbol-televizyon ilişkisini temelde “olumsuz” olaraktanımlamaktadır (Arık, 2004; Kıvanç, 2001; Zeytinoğlu, 2002; Klose, 2001;Talimciler, 2005; Talimciler, 2003; Gökalp, 2005; Boniface, 2007). Bu bakış açısını taşıyan akademisyenler, futbola endüstriyel gücünü veren televizyon ile futbol arasında neredeyse bir “işçi-işveren” ilişkisi kurulduğunun ve futbolun hareket sınırlarının artık televizyon tarafından belirlediğinin
kaygısını taşımaktadır. Bu makale, ikinci tür yönelimin bakış açısına göre şekillenmiştir; bu amaçla futbolun televizyonla girdiği ortaklık ilişkisinde kazandıklarından çok kaybettiklerine odaklanmakta ve endüstrinin oyunu ticari bir etkinlik haline dönüştürmesinin sonuçlarıyla ilgilenmektedir.
Televizyonun futbolu, “televizyon futbolu”na dönüştürerek âdeta kendisi ile bir gerçekliğe büründürmesi, televizyonun modern dünyadaki işlevini ve endüstriyel yapılardaki güç ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda son derece anlaşılırdır. Özellikle de 80’li yıllardan itibaren televizyon kuruluşları, gerek ulusal gerekse de uluslararası düzeyde “holdingleşmişler” ve kamusal “görevlerini” geri plana atarak, temel önceliklerini “her ne pahasına olursa olsun, kârı maksimize etmek” olarak belirlemişlerdir. Endüstri medya aracılığıyla oyunu beslemekte, yayın hakları adı altında önemli paraların futbola yönelmesini sağlamakta ve kulüplerin en önemli gelir kalemleri artık naklen yayın gelirleri haline gelmektedir. Diğer taraftan futbol, izlenme oranları açısından çoğu kez medya kuruluşlarını memnun eden bir “cazibeye” sahiptir. Bu basit oyun, televizyon şirketlerinin seyirci toplamaları ve bu seyirciyi de reklam endüstrisine “pazarlayarak”, paraya “tahvil etmeleri”ni sağlayan “eşsiz” bir “araç” görünümündedir. Dolayısıyla, futbolun evrensel dili ve halkla arasındaki kopmaz bağ, kitlenin sempatisini kazanmayı hedefleyen firmalara eşsiz bir reklam fırsatı sunmaktadır. Spor karşılaşmalarına ya da sporculara sponsor olan firmalar, hem maçların olduğu stadlardaki, hem televizyon karşısında olan seyircileri etkileyebilecek önemli bir reklam ve halkla ilişkiler fırsatına sahip olmaktadır. Maçların televizyondan yayınlanıyor.
Yöntem
Futbol ve televizyon arasındaki ilişki ve bu ilişkinin doğası üzerinde duran bu makale, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden faydalanarak oluşmuş, disiplinler arası niteliksel bir incelemedir. Futbolu toplumsal yaşamda “doğru” yerde konumlandırmak, ancak onun hangi sosyal pratikleri harekete geçirdiğini, hangi sosyal gereksinimlerden kaynaklandığını ve hangi ekonomik ilişkilerin merkezinde yer aldığını anlayabilmekle mümkündür. Bu amaçla tartışması ve irdelenmesi gerektiğine inanan “tüm” olgulara, çalışmanın izin verdiği ölçüler doğrultusunda değinecek ve bütünsel bir bakışın oluşmasında sebep “ampirik” ve “teorik” verilerden faydalanacaktır.
Endüstriyel Futbolun Oluşumunda Televizyon Katkısı
Futbol endüstrisi, yıllar boyunca bazı stratejik ve sistemli adımların atılması sonucunda meydana gelmiştir. Bu bağlamda, profesyonelliğin kabul edilmesi, büyük stadyumların inşa edilmesi, iktidarların oyuna yönelik ilgisi, futbolun ulus devletlerin simgelerinden birine dönüşmesi, futbolla bağlantılı olan yeni endüstrilerin gelişmesi (bahis, spor malzemelerinin popülerleşmesi, gazetelerin ve radyoların tirajlarının artması, vs.) gibi birçok faktör oyunun ekonomik değerinin yükselmesinin nedenleri arasında sayılabilir. Fakat, oyuna esas endüstriyel gücünü veren gelişme 50’li yıllarda tohumları atılan televizyonla girdiği “ortaklık ilişkisidir.” Ellias Cashmore’un (1994:131) “eğer cennetten çıkma bir evlilik varsa, bu hiç kuşkusuz televizyon ve spor
arasında olurdu. Her birinin ticari başarısı bir diğerinin de doğrudan başarısına yol açmıştır” tanımlamasıyla ifade ettiği gibi, televizyonun devreye girmesiyle futbolun endüstriyel değeri olağanüstü yükselmiş, aynı zamanda oyuna eklemlenen diğer ticari aktivitelerin sayıları artış göstererek, global ölçekte, değeri milyarlarca dolarla ifade edilen “güçlü” bir endüstri haline gelmesine neden olmuştur.
Televizyonun Futboldan Kazanımları
Futbol öncelikle televizyon için en önemli hedef olan izlenme oranları bakımından neredeyse rakipsiz bir “televizyon programı” görünümündedir. Günümüzde televizyonculuk, diğer kitle iletişim araçlarına kıyasla, paraya ve reklama son derece bağımlı bir endüstridir. Bu yüzden mümkün olduğunca çok izleyiciye ulaşmak ve kitlesel beğeniye sahip programları şirket bünyesinde istihdam etmek ve bu sayede reklam veren firmalar için doğru bir yatırım aracı olmak televizyon işletmeciliğin vazgeçilmez prensiplerdir. Futbol, televizyon şirketlerinin, seyirci toplamalarını ve bu seyirciyi de reklam endüstrisine “pazarlayarak”, paraya “tahvil etmeleri”ni sağlayan “eşsiz” bir “araç” görünümündedir. Spor olayları çoğu zaman yüksek izlenme oranlarına ulaşmakta, bu yüksek izlenirlilik medya organizasyonlarının işletme rasyonalitesi adına da son derece olumlu bir “yatırımı” işaret etmekteir. Micheal Real’e göre, “insanlık tarihinde aynı anda tek bir faaliyetle uğraşmak üzere bir araya gelen ve en fazla sayıda insan kalabalığı, olimpiyat oyunlarını ve Dünya Kupası’nı izleyen televizyon izleyicileridir” (Rowe, 1996: 253). Bu bağlamda televizyonların en değerli reklam kuşakları Dünya Kupaları ve Olimpiyatlar esnasında oluşmaktadır. Özellikle Dünya Kupası seyirci oranı çok yüksek düzeye ulaşır.
Futbolun Televizyondan Kazanımları
Daha öncede belirttiğimiz gibi, bugün hacmi milyar dolarlarla ifade edilen bir futbol endüstrisinden bahsedebiliyorsak eğer, bunu oyuna ciddi oranda yatırım yapan medyaya ve ardındaki endüstriye borçluyuz. Futbolun, televizyon ekranlarına taşınmasıyla birlikte gitgide “özne” olma özelliğini yitirip, bu ortaklığın “nesne”si haline gelmesi ise kapitalizmin doğası içinde son derece anlaşılır bir sonuçtur. John Underwood’un fevkalade betimlediği gibi, “komik olan şudur: Sporun içindekiler, aslında satın alındıkları halde, televizyondan para kazandıklarını düşünürler” (Gümüş, 2004). Fakat bu “satın alma” durumu, medyanın güdülediği kamuoyu gündeminde, anlaşılır nedenlerle pek de tartışılma olanağı bulmamaktadır. Günümüzde futbol ile televizyon arasında neredeyse bir “işçi-işveren” ilişkisi kurulmuş ve futbolun hareket sınırları artık televizyon tarafından belirlenir olmuştur. Andreas Klose’a göre (2001, 376), “profesyonelleşme ve kitlesel medyatik pazarlama süreçlerine bağlı olarak, futbol ‘proleter sporu’ olmaktan çıkmış ve bir serbest zaman eğlencesi haline getirilmiştir. Futbol bu süreçte, toplumsal köklerinden kopmuş, ama geniş toplumsal tabakalar nezdindeki çekiciliğini devam ettirmiştir. Futbol günümüzde, televizyon, sponsorluk ve reklamın oluşturduğu ilişki örgüsüne yakalanmış durumdadır. Sponsorluk ve reklam paraları olmaksızın, profesyonel sporun finansmanı artık olanaklı değildir. Özellikle zirvedeki takımlar için seyirci gelirleri gitgide varoluşsal anlamını yitirmektedir. Şüphesiz ki, bu gelişmeyi mümkün kılan, futbolu reklam için ilginç hale getiren televizyonun etkisidir. Kapalı bir kamuoyu olarak stadyumdaki topluluk açısından reklamın ilginçliği pek azdır; reklamın asıl hedefi, ekran başındaki seyircilerdir.” Modern toplumlarda gündelik hayatı dolayımlayan televizyon, futbolu da etkisi altına almakta ve tahakkümünü oyunun tüm hücrelerinde hissettirmektedir. Artan rekabet koşulları ve yükselen maliyet, oyunun paraya olan bağımlılığını arttırırken, televizyondan kaynaklanan gelir kalemleri olmaksızın spor kulüplerinin yaşama şansı ise son derece azalmaktadır.